Translate

21 Ocak 2016 Perşembe

Boku dake ga Inai Machi (ERASED)



İsim: Boku dake ga Inai Machi, ERASED, 僕だけがいない

Tür: Doğaüstü, Psikolojik, Seinen

Yayınlanma Tarihi: 08.01.2016

Bölüm Sayısı: 12

Orijinal Eser: Sanbe Kei (Manga)

Yönetmen: Itou Tomohiko

Senarist: Kishimoto Taku

Başlıca Seiyuular: Mitsushima Shinnosuke/Tsuchiya Tao (Fujinuma Satoru), Yuuki Aoi (Hinazuki Kayo), Takayama Minami (Fujinuma Sachiko), Akasaki Chinatsu (Katagiri Airi)

Firma/Stüdyo: A-1 Pictures

Müzik: Kajiura Yuki

Açılış: Re:Re: – Asian Kung-Fu Generation

Kapanış: Sore wa Chiisa na Hikari no yō na (それは小さな光のような) – Sayuri

2016’nın başlamasıyla hızla giriş yapmış olduğumuz kış sezonu, farklı stüdyoların ortaya koyduğu macerasından fantastiğine, komedisinden dramına, bilim kurgusundan dönem anlatanına kadar pek çok farklı animeyi bizlerle buluşturdu. Eminim ki daha ocak ayına gelmeden hepinizin bu seriler arasında gözüne kestirdiği; bu sezonu izlesem izlesem bunu izlerim dediği yapımlar bulunuyordur. Benimse animeye uyarlanacağını öğrendiğim andan itibaren kendi listemin en başına yazdığım, yayımlanmaya başlayacağı günü iple çektiğim seri Boku dake ga Inai Machi’ydi. Böyle yolunu gözlediğiniz bir seri söz konusu olduğunda kabul edersiniz ki insanın içi beklentiyle karışık bir heyecanla kıpır kıpır oluyor. İşte bu bölümü izledikten sonra kat be kat artan bu heyecanım yüzünden sanırım, hakkında söylemek istediğim çok şeyin olduğu bu anime hakkında kafamdakileri toplamam tahminimden çok daha uzun bir zaman aldı. Zamanda yolculuk, cinayet, gizem, çözülmeyen vakalar ve pişmanlıklar… Boku dake ga Inai Machi’yi fazla düşünmeden anlatmak istersem bu anahtar kelimeleri kullanabilirim elbette ama izin verin sezona girişiyle şimdiden 2016’nın en iyileri arasına adını yazdıracağını düşündüğüm bu seri hakkında ben biraz daha çene çalayım.




Öncelikle BokuMachi’nin daha ilk bölümden itibaren bu kadar iyi olacağını neden mi iddia ediyorum? Çünkü animenin uyarlandığı, suç-gizem temasını bir araya getiren aynı isimli seinen manga oldukça kaliteli. Bu düşüncemi somutlaştırmak için manganın tür olarak zevkime hitap etmesi ya da konuyu işleyiş tarzıyla son zamanlarda okuduğum mangalar arasında beni en çok etkileyenlerden biri olması gibi kişisel olguları bir tarafa atıp; Boku dake ga Inai’nin 7. ve 8. Manga Taishou’ya aday gösterilmesine dikkat çekmek isterim ki Taishou, popülerlik ya da reklamdan ziyade genellikle artistik anlamdaki başarıyı öne çıkaran ve değerlendiren, sektöre göre ciddi bir ödül.

Peki böyle bir eserin uyarlanmasında ne gibi bir sorun çıkabilir. Açıkcası uyarlamalar söz konusu olduğunda herkesin kendince endişelenecek bir şeyler bulabileceği açık; kendi adıma konuşursam, yapım kadrosundan Gin no Saji ve Sword Art Online’ın da yönetmenliğini yapmış Itou Tomohiko ve Haikyuu!!, Usagi Drop ve yine Gin no Saji’nin senaryolarında imzası bulunan Kishimoto Taku sağ olsun, ilk bölümün ardından içim ferahlamadı değil. İkilinin ilk bölüm içinde, benim gibi mangayı takip eden bir izleyiciyle BokuMachi’yi ilk defa animeyle tanımış olanını aynı anda memnun edebilecek bir denge oluşturduklarını söyleyebilirim rahatça. Seriye doğal çizgide seyreden estetik animasyonlar vermiş stüdyo A-1 Pictures’ın uyarlamaları için “genellikle” orijinale sadakat esasına dayalı bir yaklaşım sergilediğini düşündüğümden belki de, herhangi bir seriye başlarken duyduğum kaygıların çoğu BokuMachi için duymadım.





Gelelim yazının başından itibaren bahsettiğim ilk bölüme. Aslına bakarsanız yazdığım Sıcak Sıcak incelemelerinin genelinde öyle ya da böyle bölüm içi gelişmelerden bahsederim ancak bu aşamayı BokuMachi için atlamayı planlıyorum çünkü ne kadar konuşursam açık etmemem gereken bir şeyi ağzımdan kaçıracakmışım gibi hissediyorum. Bu yüzden de gelin, biz ilk bölümün olay akışından çok karakterlerine odaklanalım.

Fujinuma Satoru, 29 yaşında. Henüz verdiği uğraşların karşılığını alamamış bir mangaka olan Satoru, aynı zamanda da pizzacıda kurye olarak çalışıyor. İlk bakışta yaşadığı hayattan memnun olmayan tatminsiz ve oldukça alışılagelmiş bir milenyum çağı insanı profili çizen karakterimizin göründüğü kadar basit sorunları olmadığını, ayrıca duyduğu korku yüzünden bir türlü ilerleyemediğini anlamamız çok da çok zaman almıyor. Satoru en çok zihninin derinliklerine daldığında bulacaklarından korkuyor çünkü orada olanlar, kesin çizgilerle hatırlayamasa bile asla tam olarak unutamadığı keşkeleri. İşin tuhafı o, bu keşkelerinin pişmanlığın samimiyetini taşımadığını ve sıkça belirip kaybolan birer bahane olduklarını düşünüyor ama geçmişi, onu bir bahane olamayacak kadar ısrarcı bir şekilde kovalıyor. O küçükken kaçırılan sınıf arkadaşı Hinazuki Kayo’nun hatırasını içinde derinlere gömüp unutmuş gibi görünse de onu son gördüğü anı aklından bir türlü çıkaramıyor mesela. Satoru’yu seride biri 29 yaşındaki hali biri de çocukluğu olmak iki ayrı seiyuu birden seslendiriyor ve ikisinin seiyuu olarak geçmişleri yok. Ancak bir kesimin bu yönden eksik bulduğu seiyuulardan özellikle de yetişkin Satoru’yu seslendiren Mitsushima Shinnosuke’nin sesini ben çok sevdim ki karakterin bezginliğini bana hissettirebildiyse şikayet etmeye gerek olmadığını düşünüyorum.







Ortada hikayeyi doğaüstü kategorisine sokan bir de özel güç var ve kurgunun kilit noktalarından biri. Satoru’nun etrafında kötü sonuçlar doğuracak bir olayın yaşanma ihtimali oluştuğunda onu içinde bulunduğu andan bir ile beş dakika arasında geriye götüren ve ona bir şeyleri düzeltme fırsatı veren bu yetenek, Satoru’nun verdiği isimle Revival, başkalarını ilgilendiren meselelere müdahale etmesine sebep olduğundan ona zarardan başka bir şey vermiyormuş gibi. Kurgunun geçmiş ayağında yaşanan ve Satoru’yu derinden etkileyen olayın çözüm yolu da Revival’dan geçiyor. Aslında mangada okuyup animede en çok görmek istediğim şey Revival’ın nasıl animasyona taşınacağıydı ve bölüm içinde hikayenin temel taşlarından biri olan bu ögenin özellikle Satoru üzerinde yarattığı gerilim ile birlikte layıkıyla animeye adapte edildiğini gördüğümde çok sevindim.

Sevindiğim şeylerden bir diğeriyse benim mangada da en sevdiğim karakterlerden biri olan Fujinuma Sachiko’nun, seiyuusu Takayama Minami ile birlikte karşıma çıkışı oldu. Sachiko’nun Satoru’yla arasındaki anne-oğul ilişkisini mangada okurken öyle keyif almıştım ki bunun animenin ilerleyen bölümlerde nasıl gözlerimin önünde canlanacağını düşündükçe sabırsızlanıyorum. Bölüm içinde gördüğümüz baskın bir diğer karakter olan Airi ise Satoru’nun vazgeçtiklerinin vücut bulmuş hali gibi. Özellikle bölümün başlarındaki hastane sahnesinde aralarında geçen diyalog Satoru’ya bunu göstermiş gibi geldi bana. Sonuç olarak, Satoru’nun hayatında önemli yeri olacak iki kadını da tanıyoruz ilk bölüm sayesinde ve yine ilk bölüm sayesinde, BokuMachi’nin psikoloik gerilim yönüne şahit oluyoruz. Kaçırılan çocuklar, kapanmış görünse de akıllarda sonuçlanmamış bir dava ise ilerleyen bölümlerde zihnimizi daha meşgul edecek gibi görünüyor.




Mangayı okuyanların kafalarında temponun yüksekliğiyle ilgili sorular olduğunu tahmin ediyorum. Bu noktada yönetmen Itou’nun ilk bölümde gerekli etkiyi yaratabilmek ve bölümü doğru noktada kesebilmek için hızlandığını tahmin ediyorum haksız da değil. Gönül isterdi bu esnada kısa kesilmiş, değiştirilmiş ya da atlanmış ufak sahneler de eksik olmasa da her birini animede görebilsek. Yine de daha öncede de söylediğim gibi Itou ve Kishimoto’nun birlikte yakaladığı uyum, bu durum hakkında kötü hissettirmiyor bana. Değişikliklerden dikkatimi en çok çekeni ise gereğinden fazla özele gireceğimi düşündüğümden bahsedilmemesi gerekenler grubuna alıyorum.

Buraya kadar kadrodaki iki isimden bolca bahsettim ama belirtmediğim bir kişi var ki kendisini Fate/Zero, Pandora Hearts, Kara no Kyoukai, Sword Art Online gibi yapımlardan tanıyoruz. Bu kişi, serinin müziklerine imzasını atan Kajiura Yuki ve müzikler ilk bölüm itibariyle çok ön planda olmasa da kendisinden başarısız bir iş çıkacağını sanmam. Bunun dışında, bölüm sonunda dinlemeye fırsat bulamasak da Ranpo Kitan: Game of Laplace serisinde de kapanış şarkısını seslendiren Sayuri, BokuMachi’nin tanıtım videolarından birinde de arka planda çalan kapanış şarkısını söylemiş. Açılış şarkısı ise her yönden seriye çok uygun ve bir o kadar da bu yüzden Naruto’nun Haruka Kanata’sıyla tanıştığım Asian Kung-Ku Generation’a bundan on bir yıl önce çıkan şarkıları Re:Re:’yi bizlerle bir kez daha buluşturduğu için teşekkür ederim.


Şu dakikada bana sorsanız anime on iki bölümde mangada nereye kadar gelecek, bilmiyorum gerçekten. Seriye başladığım ilk gün kafamda bir yer belirlemiştim aslında ama aynı gün içerisinde yönetmen Itou’nun Twitter üzerinden animeyi de manganın orijinal sonuyla kapatacağını duyurduğunu okudum. Manga benim gözümde bitmeye uzak o yüzden önümüzdeki üç ay içinde sonlanması ihtimali gerçekçi gelmedi pek. Yine de tamamıyla kurgu ve karakterler üzerinden ilerleyen bir anime olduğundan BokuMachi’nin zorlama bir şekilde bitirildiğini ya da mangaya alternatif bir son görmek istediğimi zannetmiyorum. Tüm yazı boyunca ortaya serdiğim tüm olumlu görüşlerim ardından “Bu kadar abartılacak bir şey yoktu ortada. Zaten bu tema şunda da yok muydu?” diye gelenleriniz olacaktır eminim ve haksızsınız diyemem. Ancak severek takip ettiğim bir eserden uyarlanan bu yapıma şüpheyle yaklaşmaya gönlüm razı olmuyor, benzerleriyle karşılaştırmak da içimden gelmiyor ki zaten animenin başarısız olmayacağına tüm kalbimle inanıyorum. Bu yüzden, sadece sezonun değil senenin en iyi serilerinden biri olacağını savunduğum Boku dake ga Inai Machi’nin psikolojik-gerilim, gizem ağırlıklı seinen türü severler başta olmak üzere herkesin bir şans vermesini hak ettiğini düşünüyorum.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder